Masonlardan Sözde Mu Kıtası Safsataları
Dergilerde Yazıları, Konferans Metinleri
Halit Kakınç, Gazeteci
Aklı Başında Gerçeği Gören Bir Mason
Gazeteci mason Halit Kakınç da mason uydurmalarından rahatsız, kardeşlerini bu saçmalıklara inanmamaları, bilimsel yöntemler ile yapılan araştırmaları okumalarını, benimsemelerini söylüyor. Mu konusunda aklı başında doğruyu yazan bir mason buldum sonunda;
"Değişmeyen Değişim
Artık yavaş yavaş üstesinden gelinmeye başlandığına inandığım bir zorluk daha söz konusu. Bilimsel inteligensiya, masonluk olgusu ile pek ilgilenmiyor. Akademik çevreler, masonluk olgusunu tarihi ve sosyolojik açıdan çoğu zaman reddediyor. En azından görmezden geliyor.
Bundan 10-15 yıl öncesine kadar masonlar eliyle gerçekleştirilmiş inceleme ve araştırmaların da yeterince bilimsel olamadığı görüşündeyim. Kaba bir örnek verelim. Masonic Relief Association’un 1991 Mart sayılı dergisinde yayınlanmış bir makalede şöyle deniyor:
'...20 yıllık bir çalışmadan sonra firavun Tutankamon’un mezarını açan Dr. O. J. Kinnamon, gözlerine inanamadı. Masonluk 17. yüzyıl Avrupası’ndan çok daha gerilere dayanıyordu. Firavunlar, masonluğu Hindistan’dan, onlar da Mu Kıtası’ndan almışlardı. Tutankamon’un mumyası, masonik amblem ve çizimlerle doluydu...'
Masonluğumuzun köklerini araştırırken, mitolojik göndermelerle, hayali kuramlarla gerçekleri birbirinden ayırt etmeyi öğrenmeliyiz. Dini ve siyasi görüş ve ideallerimiz ile tarihi gerçekleri hiçbir zaman ve hiçbir şekilde aynı potada değerlendirmemeliyiz.
Dileğim, bu küçük ve mütevazı inceleme denemesinin de, bu mantık ve ön kabulden yola çıkılarak bu gözle yargılanması."
Ne yazık ki, Baş masonundan / Büyük Üstadından Çırak Masonuna; Tarih Profesörü Masondan, en bilgisiz masonuna; Halit Kakınç 'ın uyarısını dikkate alan tek bir mason görmedim.
İşte size bir kaç örnek.
Prof. Dr. Semih Tezcan, Tarih Profesörü
Semih Tezcan, öldüğü sırada Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi olan bir Tarih Profesörü. Sözde bilim insanı. Mesleği tarih bilimi üzerine akademisyenlik olan bir kişi nasıl olur bilim araştırma yöntemlerine göre elde hiçbir belge, bilgi, kanıt olmayan tamamen uydurma bir ifadeyi doğru kabul eder ve onun hakkında makale yazabilir? Bunun yanıtı mason kimliğinde.
Mimar Sinan Dergisi "Ezoterizm Özel Sayısında", ATLANTIS MASAL ADASI ve EZOTERİK ÖĞRETİLERİN BAŞLANGICI başlıklı bir makalesinden alıntılar paylaşacağım. Makalenin tamamını da ibret olsun diye burada PDF olarak sunuyorum.. Mason Tarihçi Semih Tezcan makalesine masonluğun bir tanımını yaparak başlıyor. Burada yazdıkları bile yazarın bir akademisyen üstelik taraih alanında çalışan bir akademisyen olduğu gerçeğini yalanlıyor gibi.
"Hürmasonluğun amacı insanın kendini geliştirerek sevgi ile dolması, kâmil (olgun) insan haline dönüşmesi ve böylece Tanrı ile 'bütünleşmesidir." (sayfa 36)
Gelelim Mu ifadelerine;
Bu uygarlıkların mevcudiyeti, Batı Tibet'te bir rahibin elinde bulunan ve 15 000 yıl önce yazılmış olduğu iddia edilen, 1883 yılında İngiliz Sömürge Albayı Churchward James'e verdiği Naacal tabletleri ile ispat edilmeye çalışılmaktadır. Benzer kanıtlar, Amerikalı Jeolog William Niven tarafından 1923 yılında Meksika'da 12 000 yıl öncesi Maya medeniyetini tanıtan tabletlerde (James, 1931) mevcuttur. Dünyanın iki farklı kıtasında bulunan tabletlerdeki bu inanılmaz benzerlikler, Mu Kıtasının varlığına ve Mu uygarlığının sona ermesinden sonra, başka yerlerde yeni uygarlıkların doğmuş olmasına bir delil olarak gösterilmektedir (3). (sayfa 37)
Tabletleri gördükleri söylenen kişiler sömürge Albayı İngiliz Mason ve bir jeolog. Hiçbirisinin arkeoloji, antropoloji ve tarih bilimi eğitimleri yok. Bu tabletlerin hangi dilde yazıldıkları da hiçbir yerde söz edilmiyor. Bir uygarlığa ait dil, ancak onlarca yıl içinde bir çok bilim insanının ortak çalışmasıyla çözülebilirken, bu efendiler tabletleri İngilizce okur gibi rahatlıkla okuyorlar. Maya'lara ait Mu 'dan söz edilen tabletlerin varlığı da gene sömürge albayı mason James tarafından açıklanıyor. Devam edelim okumaya;
"Batık Mu Kıtasının bugünkü Hawaii, Fiji, Paskalya ve Polenezya Adalarını kapsayacak kadar büyük, yaklaşık 3 000 km'ye 5 000 km boyutunda olduğunu iddia etti." (sayfa 38)
Günümüz Yerküre jeoloji, Jeofizik bilimlerinin bilimsel yöntemler ve son teknoloji olanakları ile çıkardığı haritalarda ve araştırmalarda, söz edilen yerde, hatta okyanusun hiçbir yerinde batık bir kıta olmadığını kanıtlamaktadır. Tarih akademisyeni Semih Tezcan bunları nasıl araştırmaz?
"Mu uygarlığı kolonileşerek, birçok imparatorluklar ve uygarlıklara dönüştü. Bu koloni uygarlıklarını Atlantis İmparatorluğu, Uygurlar, Antik Mısır (Hermes), Antik Çin, Antik Hint, Maya ve İnka uygarlıkları olarak zikredebiliriz. Yaklaşık 15 000 yaşında oldukları belirlenen Naacal tabletlerinde, evrenin başlangıcı konusunda ayrıntılı bilgiler vardır. Önce ortada bir ruh vardı ve bir kaosun hâkim
olduğu uzay varoldu. Zamanla kaos yerini düzene bıraktı, şekilsiz ve dağınık gazlar bir araya geldi, gezegenleri ve güneş sistemini oluşturdu. Güneş ışınları suyun içinde ve boşlukta kozmik hayat yumurtalarını (RNA-DNA) oluşturdu. İlk hayat sudan çıktı ve yeryüzüne dağıldı.
Mu dininde Güneş tanrıyı temsil ederdi. Ra-Mu Güneş Tanrısı Antik Mısır'da da devam etti. Japonya'da da imparatorun unvanı Güneşin oğludur. Eski Maya ve İnka uygarlıklarında da, krallar hep Güneş unvanını kullanmışlardır. Güneş Tanrının inisiyeler üzerine doğrudan ulaşması için üstü açık, çatısız blok taş mabetler inşa edilirdi. Maya ve
İnka uygarlıklarında da mabetlerin üstü açıktı. Esasen Hür Mason Localarının tavanlarının gökyüzü gibi dekore edilmesinin kaynağı da bu olsa gerekir. Tanrı ile Hür Mason arasında hiçbir engel bulunmadığını simgeler" (sayfa 38)
Burada hangi saçmalığın doğrusunu söyleyeyim şaşırdım. Mason locasının toplantı yeri, tapınak dedikleri salonun üstünün mavi boyalı olmasını İnka uygarlıklarına bağladı mason Semih Tezcan.
Bir tabletin yaşı günümüz teknolojisi ile karbon testi yapılarak belirlenebiliyor. Ancak İngiliz sömürge albayı masondan başka bu tabletleri gören, dokunan yok. Bu durumda tabletlerin yaşını nasıl belirlenmiş olarak söyleyebilir bir akademisyen. Semih Tezcan 'a yalnızca akademisyen diyorum çünkü bunları yazan bilim insanı olamaz!
Saydığı gerçek uygarlıklar da elbette pagan dönemlerinde tanrı güneştir. O dönemin insanlarının doğadaki gördükleri en büyük güç güneştir. Bundan daha doğal ne olabilir? Hepsi aynı gök ve güneş altında yaşıyorlar; güneşi tanrı saymaları için bir birlerinden öğrenmeleri ya da etkilenmeleri gerekmez.
Semih Tezcan, Atlantis adasının bir masal adası olduğunu söyledikten sonra, Mu 'da yaşayanların Atlantislilerle ilişkisi olduğunu söyleyebilmekte;
"Atlantis, Yunan antikçağ yazarlarından Plüton'un masal adaşıdır ve Herkül Sütunlarının bulunduğu Cebelitarık'ın karşısında Atlantik Okyanusu'ndadır. (...) Esasen, Atlantis adası bir gecede sulara gömülür. Platon, bu efsaneyi Mısırlı rahiplerden öğrendi (Schure, 1981). Firavun Amosis, döneminde (MÖ. 570 -525) Sais şehrini ziyaret eden Solon burada Atlantis uygarlığını öğrendi. Yunan tarihçisi Heredot da yine Mısırlı rahiplerden bu uygarlık hakkında bilgiler almıştır."
Kadim Mısır'a dair günümüz bilimleri birçok gerçeği ortaya çıkarmış durumdadır. Bilimsel gerçeklerle, mason Semih Tezcan 'ın aktardıklarının hiçbir ortaklığı bulunmamakta. Dahası Platon Atlantis masal adasını kendi imgeleminde oluşturduğunu söyler, Mısırlı rahiplerden öğrendiğine dair hiçbir sözü yoktur.
"Kuzey Mısır, Hermes döneminden (MÖ 14 000), Firavun Menés (MÖ 5 000) dönemine kadar, tek tanrılı hermetik rahipler, matematikçiler ve filozoflar tarafından yönetildi. Ancak, Mu Kıtasından göç eden bazı kabileler Güney Mısır'da kurmuş oldukları kolonilerde, çok tanrılı putperest öğretileri yaydılar ve Kuzey Mısır'ı da etkileri altına aldılar.
Bu çok tanrılı dönem Firavun Menés (MÖ 5000)'den Hz. Musa (MÖ 1250) 'ya kadar etkili bir şekilde sürdü.
Tek tanrı inancı sahipleri bu dönemde çalışmalarını gizli olarak sürdürüyorlardı. Bu arada Kuzey Mısır'da Firavun 4'üncü Amenofis
(MÖ 1353) "Aton Dini" adı altında tek tanrılı Osiris öğretisini canlandıracak girişimlerde bulundu ise de cinler çarptı iddiası ile çok tanrıcılar tarafından beyni parçalanarak öldürüldü." (sayfa 43)
Bilkent Üniversitesinde Tarih Bölümünde Türkoloji Akademisyeni olarak görev yaparken yaşamını kaybedeb Prof. Dr. Semih Tezcan bu yazdıklarını hangi rüyasında ya da başka bir evrende yaşarken mi görmüş de yazmış. Mısır tarihini azıcık bilen birisi bile buradaki baştan aşağı gerçeğe aykırı saçmalıkları görür ve anlar. Hangi birini söyleyeyim;
Hermes bir mitolojidir, tarihte böyle biri yaşamamıştır.
Menes diye bir firavun var ama tarih yanlış ve ismin Yunancası, Kadim Mısır dilindeki adı değil.
Kadim Mısır 'da hiçbir zaman bildiğimiz, semavi dinlerdeki gibi bir tek tanrı inancı olmamıştır. Hermetik rahipler diye de bir din adamı grubu yoktur. Uydurmadır.
Kadim Mısır tüm tarihi boyunca çok tanrılı dinlere inanmıştır.
Bugünkü anlamda olmasa bile; "tanrılardan küçüklere tapmayalım, madem en büyüğü var, ona tapalım" diyen Amenofis tarafından getirilen Aton dini, en büyük tanrı Aton 'a tapmak üzere kurulmuştur. Semavi dinlerdeki tek tanrı inancı ile benzerliği yoktur. Dahası, aslında en büyük tanrıya tapma fikrini Amenofis değil, babası ilk olarak ortaya atmış, babası ölünce Amenofis bu inancı kabul etmiştir. Burada Psikioloji bilimine alan açacak bir oğulun babaya tapınması söz konusudur. Amenofis bu en büyük tanrıya tapma fikrini gizlice değil, açıkça uygulamış ve normal ölümle yaşama veda etmiştir.
Osiris çok tanrılı pagan inancında yer altı tanrısıdır, Aton ise yer üstü tanrısı. Karşıtlıkları söz konusu olamaz.
Bu kadar uydurma bir tarih metnine ancak bu kadar aklı başında bir yanıt verilebilir.
Mason tarihçi Semih Tezcan bu kadar saçmalığı yeter görmüş ya da saçmalayacak daha fazla bir konu bulamadığı için mi bilinmez, makalesinin geri kalan yarısını masonluk, masonluk öğretisi üzerine yazmış. Makalesinin dergide kapladığı toplam sayfa 9 sayfa iken, bunun 4,5 sayfası mason, masonluk üzerine doğru olmadıklarını yaşamın içinden bildiğimiz uydurmalarla tamamlamış.
Önder Öztürel
Avukat Önder Öztürel iki kez büyük üstatlığa aday olmuş ama seçilememiş bir baş mason yardımcısı mason.
"Murry Hope gibi kimi araştırmacılar bu öğretinin Mu kıtası ve Atlantis’e indirilen Sirius kültürü ya da öğretisinin M.Ö. 16.000 yıllarında Mısır’a getirilmiş biçimi olduğu görüşündedir. James Churchward bu öğretinin özgün adının Osiris dini olduğunu ve Osiris’in M.Ö. 18-20.000 tarihlerinde Mu’da eğitilmiş bir Atlantisli bilge olduğunu ileri sürer. Cuhrchward’a göre Osiris, Atlantis’de dinsel bir reform yapmış ve reform yaptığı tek tanrılı din MÖ.16.000 li yıllarda Atlantisli bilge Hermes Trismegistus tarafından Mısır’a getirilmiştir."
Yavuz Selim Ağaoğlu
Yavuz Selim Ağaoğlu da sorgusuz sualsiz Mu uydurmasını doğru kabul eden bir mason sözde araştırmacı. Yavuz Selim Ağaoğlu, 21. YÜZYILDA POPÜLER KÜLTÜR VE MASONLUK makalesinde (*) 4 ve 5. sayfalarda;
"Popüler kültürde Masonlukla ilişkilendirilebilecek gizem ve merak sadece tarihsel olgular ve iktidara odaklanmamakta, fantastik ögelerle bezenmiş kurgulardan da yararlanmaktadır. Bu hususta “Atlantis” ve “Mu” medeniyetlerine kısaca değinmek kaçınılmaz gözükmektedir. Bu kurguya göre Masonluğun ve örgütlenmiş ezoterik öğretinin temeli doğrudan doğruya bu kadim medeniyetlere dayanmaktadır. Hatta bu kurguda zaman zaman daha da ileri gidilerek Masonluğun, hakkında efsaneler dışında aşağı yukarı hiçbir somut bilgiye sahibi olmadığımız bu medeniyetlerin dünya dışı/uzaylı ataları ile ilgisine de değinilmektedir.10 Masonlukta evrenselliğin galaksilere ve takımyıldızlara göndermede bulunarak açıklanmaya çalışılması özellikle dikkat çekicidir. (1)
(1)Hatırlanacağı üzere Mu Medeniyeti üzerine temel bilgilerimizi James Churchward adlı İngiliz askerinin 75 yaşındayken 1926’ da yayımladığı kitaplara borçluyuz. Kardeşi Albert Churchward vasıtasıyla Masonluk hakkında da bilgi sahibi olduğu tahmin edilen James Churchward’ ın Mu Uygarlığı ile ilgili bilgileri Batı-Tibetli bir rahip yardımıyla öğrendiği ifade edilmektedir. Konuyla ilgili popüler yayınlara birkaç örnek vermek gerekirse;
Churchward, James, “Kayıp Kıta Mu”, Ruh ve Madde Yayıncılık, 2012; Churchward, James, “Kayıp Kıta Mu’nun Kutsal Sembolleri”, Omega Yayınevi, 2011; Churchward, James, “Kayıp Kıta Mu’nun Çocukları”, Omega Yayınevi, 2010; Churchward, James, “Kayıp Kıta Mu’nun Kozmik Güçleri”, Omega Yayınevi, 2009; Meydan, Sinan, “Atatürk ve Kayıp Kıta Mu”, Truva Yayınları, Eylül 2005; Şenoğlu, Kemal, “Mayatepek Raporları Türk Tarih Tezi ve Mu Kıtası”, Kaynak Yayınları, Kasım 2006; Hall, Manly P., “Tüm Çağların Gizli Öğretileri”, Mira Yayıncılık, 2012."
(*) Makale, Mimar Sinan Dergisi, yıl 2014, sayı 163, sayfa 54 'de de yayınlandı.
Yalçın S. Suengin
Yalçın S. Sunengin, Yüksek Şûra Kemal Aeropajı 2003 - 2004 Çalışmaları kitabında yayınlanan, KADOŞ ŞÖVALYESİNİN GÖREVİ; DÜNYAYIOLDUĞUNDAN DAHA İYİ BIRAKMAKTI" çalışmasında;
"Mu uygarlığındaki sembolizmi ile Mu'nun Kozmik Diagramında yer alan, içiçe geçmiş iki üçgen; iyiliğin ve kötülüğün birarada bulunduğunun simgesidir. Bu üçgenlerden yukarı dönük olanı iyiye, yani Tanrıya ulaşmayı, aşağı bakanı ise yeniden doğuş yasası uyarınca geriye dönüşü remzeder. Her ikisinin birarada oluşturduğu altı köşeli yıldız; adaletin sembolüdür. Ayrıca bu yıldızın herbir ucu bir fazileti remzeder ve insan ancak bu faziletlere sahip olunca Tanrıya ulaşabilecektir.
Kadoş Şövalyesinin çıkıp indiği bu merdiven ile Kozmik diagramın ilişkisi, günümüzden 15,000 yıl önce varolan bir uygarlıkta da benzer bir inanışın bulunduğunu ve insanın tanrıya ulaşmak için sahip olması gereken erdemlerin tarih içinde çok da değişmediğini, aslolanın her zaman iyilik ve doğruluk olduğunu göstermektedir." (sayfa 129)
Fuat Gökçe
Mason akademisyen Dr. Fuat Gökçe, ODTÜ Mimarlık Fakültesinde öğretim görevlisi olarak görev yapmakta. Yüksek Lisans ve Doktorasını Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesinde Arkeoloji ve tarihi buluntuların renevasyonu üzerine yapmış bir mimar.
Doğuş Locasında verdiği bir konferansta bakın neler diyor daha doğrusu nasıl serbest uçuşta Mu 'dan söz ediyor;
"Sevgili kardeşlerim,
- HENÜZ TAŞ DEVRİNİ YAŞAYAN VE İLKEL BİR YAŞAM BEKLEDİĞİMİZ 12.000 YIL ÖNCEKİ İNSAN NASIL OLUYOR DA BİNLERCE YIL SONRA ÖRNEKLERİNİ GÖRDÜĞÜMÜZ SOYUT DÜŞÜNEBİLEN, SEMBOLLER KULLANABİLEN, ÖRGÜTLENEBİLEN, TOPLUMSAL HİYERARŞİSİ OLUŞMUŞ YANİ BİR ÜST EVRİMLEŞME AŞAMASINA GEÇMİŞ KÜLTÜRLER GİBİ DAVRANABİLİYOR?…
Bir Sümer tabletinde DU KU isimli bir dağdan ve buradaki isimsiz Tanrı'lardan söz ediliyor ve efsanede Tanrı'ların tarımı bu dağda insanlara armağan ettiğinden bahsediliyor. Bu efsanenin arkasında acaba Göbekli Tepe tapınakları mı var?... Belki bu efsanede anlatıldığı gibi tanrıların armağanı idi belki de evrimin başka bir aşamasında çok daha gelişmiş başka bir insan grubu vardı ve bu insan Göbekli Tepedeki mesajları bırakan insandı, Peki bu törenleri kimler düzenliyordu, Kazı başkanı Schmidt’e göre o zamanda da şimdi Şaman olarak andığımız ve ruhlar alemi ile ilişki kurabilen insanlar vardı. Aksi halde böylesi bir ritüel gerçekleşemezdi. Ona göre ilkel bir toplum olmalarına rağmen şamanları vardı.
(…)
- PEKİ 12.000 YIL ÖNCE İNSAN GRUPLARI HENÜZ İLKEL BİR YAŞAM İÇİNDE İKEN, SADECE AVCILIK VE TOPLAYICILIK İLE MEŞGULKEN, FARKLI BİR BİLGİ VE BİLİNÇ SEVİYESİNDEKİ İNSANLAR BURAYA NEREDEN VE NASIL GELDİLER?… ...
Hemen o çağa geri dönelim, son buzul çağı yeni bittiği ve dünya iklimi ve coğrafyasının büyük oranda değiştiği bir dönem. Plato’dan öğrendiğimize göre tam o dönemlerde çok büyük bir olay olmuş, bir kıta ve büyük bir uygarlık uygarlık yok olmuş, ATLANTİS… Plato’dan öğrendiğimiz kadarıyla ki o da eski Mısırlı bir rahipten öğrenmiş, çok büyük bir uygarlık o dönemde yok olmuş, kent dairevi planlı, içinden su kanalları geçen ve ortasında anıtsal yapıları bulunan çok gelişmiş bir kent imiş.
Bu konu hala tam olarak bilimsel bir baza oturtulamamış ve tam olarak çözülememiş bir konudur, ancak jeo arkeoloji bilimi çeşitli modellemelerde o dönemlerde iklim değişikliğine yol açacak böylesi bir büyük doğa olayının gerçekleşmesi gerektiği konusunda fikir birliği içindedir. Ayrıca bir çok kutsal kitap yeryüzünde hayatın yok olup tekrar canlandırıldığına dair söylemleri de içermektedir.
- Günümüzden 12.000 yıl önce farkındalığı yüksek birileri vardı…
- İbadet varoluşlarının önemli bir parçasıydı,
- Bu coğrafyada insanlığı bir üst kültüre geçirdiler,
- Ve insanlığa sahip oldukları bilinci kanıtlayan ürünleri işaret olarak bıraktılar.
Fuat Gökçe"
Bir başka akademisyenin, hiçbir bilimsel belge ve bulguya dayanmadan, Plato 'nun düş olarak kendisinin oluşturduğu Atlantis ütopyasını doğru kabul edip Göbeklitepe yorumunu Atlantis 'ten gelen üstün insanlarla açıklıyor. Tarih - Arkeoloji alanında doktora yapmış, yani Bilim Felsefesi ve Bilim Ahlakı okumuş bir kişi daha size; bilimle hiçbir ilgisi olmayan, uydurmaları gerçekmiş gibi inanıyor ve aktarıyor.
Dr. Fuat Gökçe, kendi alanında büyük bilgisizlik gösterirken, alanı dışında Jeolojiye alanında da uçmaya çalışıyor; "jeo arkeoloji bilimi çeşitli modellemelerde o dönemlerde iklim değişikliğine yol açacak böylesi bir büyük doğa olayının gerçekleşmesi gerektiği konusunda fikir birliği içindedir." Akademisyen masonumuzun Türkçesi de kötü. Özneyi "jeo arkeoloji bilimi" yapıp "fikir birliği içindedir" diyor. İnsanlar, örneğin bilim insanları fikir birliği içinde olabilir; bilim nasıl fikir birliği içinde olsun? Dahası, orta okul öğrencisinin dahi jeoloji ve jeofizik alanında böyle bir batışın olmadığını bilim söylerken, ODTÜ öğretim görevlisi mason tersini söylüyor. Mesnetsiz, hiçbir bilimsel kaynağa dayanmadan. Dahası günümüzde bilim Tufan söylencesini tartışırken, atmosferde tüm dünyayı kaplayacak su olmadığı vd. bir çok bilimsel olarak tufan olmadığını açıklarken, bilim eğitimi almış ve bir bilim kurumunda çalışan Fuat Gökçe, savını kutsal kitaplara dayandırmaya çalışmakta. Onu yaparken de kutsal kitapların ne yazdığından da haberi yok. Dahası Şamanın gerçekten ruhlarla konuştuğuna inanabilmekte. Bilimsel olarak da kanıtlanmıştır ki, şamanlar bazı uyarıcı bitkileri çiğneyerek de ruhsal olarak transa geçmekteler. Daha söylenecek çok şey lakin...
Konferans metninden ilgili bölümleri sunuyorum:
Namık Doğancıoğlu
Mason Namık Doğancıoğlu da serbest uçuşta, o kadar ki masonların savına göre Tibetli rahiplerden tabletleri gören ve MU 'yu öğrenen Churchward 'ı; Maya Tabletlerinden öğrenmiş gibi aktarıyor. Bari kendi masallarınızı doğru bilse masonlar... Bir de Türkçe içinde yabancı sözcük kullanma züppeliğinden ve özenticiliğinden vaz geçseler...
Turgut Derinkök
Mason Turgut Demirkök serbest uçuşta 75.000 yıl önceye gidiyor; sanki astral yolculukta tüm masonlar. Mu ile de yetinmiyor; Mu ile Atlantis'i savaştırıyor;
"Medeniyetine kadar yani 75.000 yıl eskilere kadar uzatılıyor.
Mu ve Atlantis İmparatorluğu, Büyük Okyanustan, Orta Asya’ya, oradan Kuzey Afrika’ya, Atlas Okyanustaki Atlantis Kıtasına, Orta Amerika’ya, Yukatan yarımadası dâhil bütün toprakları içine alıyordu.
İmparatorun adı RA MU yani Mu’nun Güneşi, din ezoterik bir toplumun NAAKAL lerin kardeşlik örgütü. Allah bir tanedir ve SEVGİDİR. Ruh yaşar, beden ölür. Ruh yeni bedenlerle yaşama döner. Kamil bir insan olunca Allah’la birleşir.
İmparatorluk, Mu ve Atlantis arasındaki savaşlar sonu parçalanıyor. Mu kıtasının çok büyük bir kısmı batıyor, geriye Filipinler ve Japonya’nın dört adası kalıyor.
Atlantis soysuzlaşıyor. Birin oğulları denilen toplum iyi insanlardan, Belialin oğulları denilen toplum ise kötü insanlardan oluşuyor. OSİRİS sahneye çıkıp, insanları iyiliğe sevk eden OSİRİS dinini kuruyor. Ancak iyi insanlardan ve bilginlerden oluşan bir grup kıtadan ayrılarak Orta Asya’da yeraltında AGARTHA (Şambala, Tibetçe) Medeniyetini kuruyor. Ve Atlantis te yok oluyor. VS."
Sümer Saldıray
Mason Sümer Saldıray serbest uçuşta mı yoksa herşeyi birbirine karıştırıp bir şeyler mi yazmaya çalışmakta?
"Bu hengâme içinde insan tutunabilmek için, doğumundan itibaren en iyi, en rahat ve mükemmel yaşayabilmenin yollarını arar, kendine özgü bir kişiliğe, "bir öznelliğe ulaşır. Ve bu öznelliktir ki, insanı gerçek bilgi, doğru eylem ve yaşamın anlamı ile ilgili sorunlarla yüz yüze getirir;". Bu sorunlara yanıt bulma arayışı, tarihî perspektif içinde; geçmişten bugüne çeşitli uygarlıkların nedeni, türlü öğretilerin kaynağı olmuş ve "Mu Uygarlığı", "Atlantis İmparatorluğu", "Mayalar", "Antik Mısır", "Uygurlar", "Antik Hint-Çin" gibi kadîm ve sonrası kültürler zincirinin oluşmasını sağlamıştır. Bu zincirin periyodik halkaları birbirine eklenirken, insanoğlu kendini geliştirme metotlarına ve öğretilerine, kısaca "Ezoterik" yöntemlere sahip olmuş, bunlara vazgeçilemez gereklilik duymuştur, değişmiştir, gelişmiştir. "
Yaşar Aysev
33. derece mason Yaşar Aysev, sofrada yaptığı çoğu bir birinin yinelenmesi olan biitmez tükenmez konuşmalarında sık sık Mu 'ya gönderme yapar. Şafak Locasında verdiği bir konferansın Şafak Kitapçığında yayınlanan metinden bazı alıntıları aşağıda paylaşıyorum.33. derece mason Yaşar Aysev, sofrada yaptığı çoğu bir birinin yinelenmesi olan biitmez tükenmez konuşmalarında sık sık Mu 'ya gönderme yapar. Şafak Locasında verdiği bir konferansın Şafak Kitapçığında yayınlanan metinden bazı alıntıları aşağıda paylaşıyorum.
Açıkça anlatılanların tarih bilimi ve belge, bulgularla hiçbir ilişkisi yoktur, tamamen dini anlayışla ortaya konmaktadır.
Örneğin;
"(NUH’un büyük oğlu) JAPHET’in, ta GENTİLES adalarına kadar giden zarif ve yürekli nesebinin de, hem GEOMETRİ ve hem de MASONLUK’ta eşit ölçüde deneyime sahip oldukları kuşkusuzdur; "
Nuh 'un varlığı hiçbir şekilde bilimsel olarak kanıtlanmamış, yalnızca kutsal kitaplarda geçen bir söylemdir. Sözde Laik masonlar tipik örneği Yaşar Aysev de, din kitabı üzerinden masonluğun kökünü açıklamaya çalışıyor. Bilim ve bilimse nerede derseniz, masonlar için "hadi sende" derim.
Yaşar Aysev konuşmasında devam ediyor;
"Bu bilgiler bize yazıtlardan ve tarihlerden ulaşmıştır; Ve tanrı bu yeteneklerini geliştirerek, daha vaadedilen topraklara sahip olmadan onları iyi Masonlar yaptı ve daha sonra da onlar nadir Masonlukları ile meşhur oldular."
33. derece ve Büyük Loca baş mason yardımcısı gerçeği bükmeye, çarpıtmaya rahatlıkla devam ediyor. Nasıl olsa mason locasında, elindeki idari güçleri ile yarı tanrı olana hiçbir kardeşi karşı çıkamaz. Söyledikleri hiçbir yazıtlarda ve ve tarih bilimi içinde yok, dediğimiz gibi yalnızca kutsal kitaplar da var!
Sonrasında da açıkça Yahudi dinini anlatıyor ve masonlukla bağlıyor. "Vaad edilen toprak" kavramı yalnızca İsrailoğulları inancında var ve günümüzde Orta Doğuda vaadedilen toprak lar için milyonlarca masum insanın kanı dökülmekte. Edep yahu...
Dahası Tanrının Yahudileri "iyi mason" yaptığını söyleyecek kadar da akıl ve bilim ötesi ve Yahudiliğe dayanmaya çalışıyor.
Metni okumayı sürdürelim;
"İnsanlığın geçmişi hakkında yapılan, ancak bilimsel açıdan, henüz net olarak n kanıtlanamayan, araştırmalara dayanarak, Büyük Okyanus’ta ve Atlantik Okyanusu’nda günümüzden 12 bin yıl önce doğal felaketler, volkanik hareketler ve ı depremlerle yok olan iki büyük kıtanın var olduğu savunulmaktadır.
Amerika ve Asya kıtaları arasında, Büyük Okyanusta yer alan Mu kıtası, doğudan batıya yaklaşık 9500 km uzunluğunda ve kuzeyden güneye yaklaşık 5000 km eninde, 60 milyon insanın yaşadığı büyük bir kıta idi.
İnsanlığın anayurdu olarak kabul edilen ve 200.000 yıllık bir geçmişi bulunan, büyük bir uygarlığın yaşadığı Mu Kıtası’nın varlığını ve uygarlığını doğrulayan bir çok kanıt bulunmaktadır;
Tahiti, Paskalya, Havvai, Samo adaları gibi pek çok ufak adacıklar.
Naakal tabletleri, Hindistan, Çin, Tibet, Kabaoçya’da bulunan kitap, elyazması, yazıt ve efsaneler.
Yukatan ve Orta Amerika’da bulunan eski Maya kitap, yazma, sembol ve efsaneleri.
Pasifik Adaları’nda bulunmuş kalıntı, yazıt, sembol ve efsaneler.
Eski Yunan filozoflan’nın kitapları.
Eski Mısır’a ait kitap ve yazmalar.
Anakara Mu’nun insanları, nüfusun artması sonucu zaman içersinde, girişimci ve atak gruplar halinde başka topraklar aramağa, yeni ülkeler bulmağa, kolonileşmeğe başladılar. Naakal tabletlerinde de belirtildiği gibi bu insanlar, bilim ve dinlerini kolonilerine taşıdılar. İlk kolonilerin kurulduğu yörelerin, Amerika ve Doğu Asya olduğu belirtilmektedir.
Ana kollardan biri, Yukatan ve Orta Amerika’ya, oradan Atlas Okyanusu’ndaki Adantis’e ve oradan da Akdeniz ve Anadolu’ya ve Karadeniz’in güneydoğusuna kadar uzanmıştır. Diğer bir kolu ise, Güney Amerika’nın doğu kıyılarından Güney Amerika’nın doğu kıyılarına ve Arjantin’e kadar ulaşmıştır. Bir başka kol ise kuzey ve doğu yönünde ileriiyerek İskandinav bölgelerine gitmiştir. Atlantis’ten çıkan bir başka kol ise, Güneybatı Avrupa’ya ve Kuzeybatı Afrika’ya, Aşağı Mısır’a kadar uzanmıştır.
Mu’da, imparator’un altında, hem bilim adamı hem de rahip olan “Naacaller” bulunuyordu. Naacaller’in, tüm dünyaya yaymış oldukları “Mu Din’i” belki de, insanlığın tanıdığı, ilk tek tanrılı dindi. Naacaller bu dini, anavatan ve koloniler halklarına anlatırken, anlaşılması daha kolay olan, semboller dilini kullanmayı tercih ediyorlardı. Bu sembollerin Ezoterik anlamlarını, sadece inisiye edilmiş kardeşler ve İmparator Ra-Mu bilmekteydi.
Naacaller’in sembolleri, çoğunlukla geometrik şekilleri kapsıyordu. Naacal öğretisi, Evrenin ortaya çıkışında en önemli görevin, Tanrı’nın geometri ve mimarlık vasıflarına düştüğünü öngörmekteydi. Bu yüce varlığın sembolü, Güneş yani “Ra - Mu” idi.
Naacal öğretisinde, Güneş doğrudan Tanrı değil, bir sembol idi. Uygarlık çöküp ana kaynak yok olunca, zaman içinde bu sembollerin kendileri putlaştı ve çok tanrılı dinlerin doğmasına neden oldu.
Naacal kardeşlerin, öğretilerini yaydıkları ve yeni üyeleri inisiye ettikleri Mabetler, Kıta”ın her yerine ve kolonilere dağılmış vaziyette idiler. Dev blok taşlardan yapılan bu mabetlerin damları yoktu ve bunlara “şeffaf mabetler” deniliyordu. Güneş ışıklarının Inisiyeler üzerine doğrudan ulaşması için, mabetlere dam yapılmıyordu. Ezoterik anlamı, Tanrı ile insan arasında, hiçbir engel olamayacağı anlamına geliyordu.
Mu dininin dört temel kavramı vardı:
1. Tanrı tektir. Herşey ondan varolmuştur ve O’na dönecektir.
2. Ruh ile beden birbirinden ayrıdır. Beden ölür ve ayrışırken ruh ölmez.
3. Ruh, mükemmelliğe ulaşmak için, değişik bedenlerde yeniden doğar.
4. Mükemmelliğe ulaşan ruh, tanrıya döner ve onunla birleşir.
Naacal öğretisine göre Tanrı, sevginin ta kendisidir. Bütün Evren’i de sevgi üzerine kurmuştur. Ancak, bu evrensel sevgiyi kavrayabilecek vasıfta olan ruhlar, O’na geri dönebilecek yeterliliktedir."
Yukarıda söylediklerinin ve Mu 'nun varlığına kanıt olarak gösterdiklerinin hiçbirisi doğru değil ve Mu'nun varlığını göstermez. Bir tek emperyalizmin sömürgeci albayı mason James Churdwar 'un safsataları Mu dan haber getiriyor! Pes doğrusu. Dahası Yaşar Aysev 'in bilimden ve bilimsel gelişmelerden haberi yok, zaten ilgisi de yok, ancak bilim ve bilimsel araştırmalar Mu kıtasının olmadığı, böyle bir kıtanın batması diye bir şeyin de olmadığını bir çok yöntemle kanıtlamış durumdadır.
Mason gazeteci Yaşar Aysev karşısında kendisini sorgulamadan ve karşı gelme hakkı bulunmadan dinleyen, çoğu konu hakkında bilgisiz biraderlerine safsataları doğru olarak empoze ediyor. Masonluğun cahilleştirme, bilimden ve tarihsel gerçeklerden kopartma "tedrisatının" tipik bir örneği daha.
Cihangir Gener
Cihangir Gener, tam da Mu safsatasını, Ezoterizm sosu ile bulayıp ticaretini yapıpi para kazananlardan. Önder masonların safsataları ve masonların büyük çoğunluğunun bilgisizliği, sorgulamadan kabul eden cahil davranışından yararlanarak, para kazanan bir mason. Ezoterizm ve Mu safsatalarına inanan yalnızca masonlar değil elbette, toplum içinde de karşılık bulabiliyor.
Cihangir Gener 'in Ezoterik - Batıni Doktrinler Tarihi kitabından Mu bölümü ile ilgi bazı bölümleri ve değerlendirmelerimi paylaşıyorum;
“Ortodoks* bilim adamları, gerek Churchward’ın ortaya çıkardığı Mu uygarlığının, gerekse bir diğer batık kıta olan Atlantis’in varlıklarını kuşkuyla karşılamaktadır. Ancak yine bilim dünyası, bu iki kıtanın battığı öne sürülen tarih olan 12 bin yıl önce, dünyada büyük bir jeolojik olayın yaşandığını onaylamaktadır. Kaldı ki, dünyanın hemen her yerindeki yaşandığını doğrulamaktadır ve Ortodoks bilim dünyası ister kabul etsin, ister etmesin; Mısır, Maya kalıntıları, Paskalya Adası heykelleri gibi bugün nasıl ortaya çıktıkları izah edilemeyen birçok eser, bu batık kıta uygarlıklarının varlığı ile mantıklı izahlara kavuşabilmektedir.
*: Ortodoks: Muhafazakar”
Mason Cihangir Gener, mason biraderleri gibi bilimin ne olup ne olmadığı konusunda bilgisiz ve rahatlıkla çarpıtıyor. “Bilim adamı” cinsiyet taşıyan ve artık uygar insanlarca kullanılmayan bir yaklaşımdır. Doğrusu Bilim İnsanıdır. İlkel erkeklik ideolojisi ile bocalayan masonlar elbette kendilerine uygun biçimde davranmaktadırlar. Bilim insanı bilimsel yöntemlerle edinilmiş bilgilere, bulgulara ve belgelere göre düşünce ile gerçekleri ortaya koyar. Bilim her zaman da ortaya koyduğu yasaların, yeni bilimsel bilgi ve belgelerle değiştirilmesine de açıktır. Bilim budur zaten, aksi olamaz. “Ortodoks” sözcüğü yaygın olarak dinler, dinlerin inanç düzeyinde yorumlanması için kullanılan bir kavramdır. Bilim de Ortodoks, tutucu olunamaz ki. Ama bilim dışılıklarından ticari kazanç elde etmeye çalışan mason bunu nereden bilsin? Dahası bilimin ortaya koyduğu gelişme ve gerçeklerden de habersiz, bilimin ortaya koyduklarının tersine safsataları sanki bilim dünyası kabul etmiş gibi yazabiliyor, gerçek bükücüsü masonlar ve onların tipik bir örneği mason Cihangir Gener.
Mason Cihangir Gener ‘in “Ezoterik-Batıni Doktrinler Tarihi” kitabı tam da Prof. Dr. Mümtaz Başkaya ‘nın anlattığı duruma bire bir uymaktadır;
“Toplumların geri kalması için, bilimsel düşünce gelişiminin önüne geçilerek; sorgulamayan, düşünemeyen bireylerin oluşması sağlanmak istenmektedir.
Bu tip çabalarla dünyadaki uygarlık birikimleri belirsizliğe itilmeye ve kaynağı belli olmayan hale getirilmeye çalışılarak bilinçli tasarımların önü açılacak, dünya uygarlık birikimleri belirsiz hale getirilip İnsanların gizli güçlerle, bilinmeyen varlıklarla yönetildiği hissi yaratılmış olacaktır.
Ne yazık ki bu tür saçma sapan anlatımlar, günümüzde ticari meta haline dönüşüyor. Bazıları da bu belirsizliklerden, bilim dışılıklardan çıkar sağlamaya çalışıyor.”
Mu konusunda yazan masonlar, safsatalarını 12.000 yıl önce dünyada büyük jeolojik olaylar olduğuna ve bu nedenle sözde Mu uygarlığı kalıntılarının yok olduğuna söylemeye çalışıyorlar. Günümüz bilimi ve ürettiğimiz teknolojik olanaklar, yer kürede milyonlarca yıl önce olanları, kalıntıları bulabilmekte, yaşını belirlemektedir. Günümüz bilim insanları, kötü kurgucuların safsataları gibi mesnetsiz sözlerle değil; bilimsel araştırmalar sonunda elde edilen belge, bulgu ve kanıtlarla okyanus dibinde böyle barmış bir kıtanın var olmadığını, insanlığın evrimsel sürecini son 300.000 yıllık insan olma sürecini ortaya koymaktadır. O kadar açık ve nesnel ortaya koymaktadır ki, okuyan, sorgulayan, bilimsel düşünceye bağlı akıllı bir 14 yaşındaki genç bile anlayabilmekte ve Mu safsatasını çürütebilmektedir. Kaldı ki Prof. Dr. Celal Şengör gibi bilim insanları da böyle bir şey olmadığını söylemektedir.
Tüm masonların bu konuda neredeyse bire bir, virgülüne kadar aynı olması; masonların yazılarını, konferanslarını başkalarının yazdıklarından kopyala – yapıştır yöntemi ile aparıp kendi imzaları ile ortaya koymaları da bir başka garabet. Ayıptır diyeceğim ama büyük çoğunluğu bu yöntemle metin hazırladıkları için bir birlerine ayıp olarak gelmemekte, utanma duymamaktalar.
Mason gerçek bükücü Cihangir Gener ‘in yazdıklarından bazı bölümleri aktarıyorum.
“Mu uygarlığı bir İmparatorluktu ve İmparatorların unvanı, Güneşin Oğlu da denilen “Ra Mu” İdi, Mu İmparatorluğunun bir diğer adı da, ‘Güneş İmparatorluğuydu. Mu dininde ‘Ra’ kelimesi, güneş anlamına geliyordu, Mu'nun kolonisi olan Mısır'da da, Güneş Tanrı'ya “Ra" adı verilmiştir, Kökleri Mu uygarlığına kadar uzandığı sanılan Japonya'da da, İmparatorun unvanı ‘Güneşin Oğlu’ dur, Bunun yanısra, eski Maya ve Inka uygarlıklarında da krallar aynı unvanı kullanmışlardır. (bir kere atmaya başlayınca kişi, gerçeklik algısı yok oluyor, atmak alışkanlığı oluyor – HT). İmparatorun altında, hem bilim adamı hem de rahip olan “Naacaller" bulunuyordu ve bunlar yönetici sınıfı teşkil ediyordu. (rahip din adamıdır, inanç üzerinedir tüm varlığı, bilimin ne olduğunu da zaten bilen biliyor, kuşku, sorgu, araştırma üzerine kuruludur, içinde inanç olamaz. Bir kişinin hem bilim insanı hem din adamı olması mümkün değil. Mümkün değil de bunu masonlara anlatmak da mümkün değil ne yazık ki… Bu nasıl bir saçmalama? )
‘Kutsal Sırlar Kardeşliği’ üyesi olan Naacallerin tüm dünyaya yaymış oldukları “Mu Dini", belki de insanlığın tanıdığı İlk Tektanrılı dindi, Naacaller bu dini, sıradan İnsanlara, anavatan ve koloniler halklarına anlatırken, anlaşılması daha kolay olan semboller dilini kullanmayı tercih ediyorlardı. Bu sembollerin Ezoterik anlamlarını, sadece inisiye edilmiş kardeşler ve İmparator Ra-Mu bilmekteydi.
(…)
Naacal öğretisine göre Tanrı, sevginin ta kendisidir ve tüm evreni de sevgi üzerine kurmuştur. Ancak bu evrensel sevgiyi kavrayabilecek vasıfta olan ruhlar, ona geri dönebilecek yeterliliktedir. Bu vasıflara sahip bir insan olabilmek, ancak Naacal Kardeşi olmakla ve kardeşlerin de öğretiyi derece derece sindirmeleri ile mümkündür. Naacaller, yalnızca üstat rahiplerin bu aşamaya ulaşabileceklerini kabul ederler.”
Mason Cihangir Gener, işine yarayacak her şeyi çarpıtmaktan, kendi ticari amaçları doğrultusunda bozmaktan çekinmiyor. Semavi dinleri de safsatalarına alet etmekten çekinmiyor, Tevrat ‘ı kaleme alanların Tanrı sözünü kaleme aldıkları gerçeğini atlayıp; bu yazıcıların anlamadıkları için Tevrat ‘ta yanlış yazdıklarını söyleyebilecek kadar haddini aşmakta;
“Naacal öğretisinin bir diğer temel dayanağı, Tanrısal Nur’dan çıkmış olan dört temel gücün, kâinatı kaostan düzene geçirmiş oldukları teorisidir. Tanrı’nın kendi asli nitelikleri olarak kabul edilen bu dört temel güç, “dört büyük inşaatçı”, “dört büyük mimar”, “dört büyük geometri üstadı” olarak adlandırılır. Bu dört temel eleman, ateş, yel (hava), su ve topraktır.
Semavi dinlerin doğuşu ile bu dört temel eleman, ‘dört baş melek’ olarak adlandırılmışlardır.
(…)
Naga öğretileriyle Osiris dini, aynı kökene dayanmaktadır. Mısır’ın birleşmesi sonucu her iki din birbirine karışmış ve tek bir öğretiye doğru evrilmiştir. Musa’nın yazıları, kısmen Naga, kısmen de Mısır dilinde kaleme alınmıştır. Babil sürgünü sırasında Ezra, Babil’de kullanılan Naga dilini öğrenmiştir, ancak Mısır’ın kutsal hiyeroglif yazımının gerçek anlamlarını kavrayamaması nedeniyle, Tevrat’ın yazımı sırasında birçok hata ortaya çıkmıştır Bu konular, ileriki bölümlerde ayrıntılarıyla ele alınacaktır.”
Bunları okudukça içim şişti; bu kadar saçmalığa, her şeyi çarpıtıp, uydurarak yazma ahlakına sabrım tükendi, örnekleri burada kesiyorum.
Mason Cihangir Gener 'in sanal ortam paylaşımları kişiliğini nasıl da ortaya koyuyor:
Mason localarında verdiği konferanslar
Necla Z. Karadağ / Necla Zeren Karadağ Mason Hemşiresi
Necla Zeren Karadağ 'ın Kadın Masonlar Büyük Locası üyesi mason olduğuna dair bir kayıt bulamadım. Ancak Tesviye Dergisi 60. sayısındaki duyuruda kendisinden "Hemşiremiz" diye söz edildiğine göre, eşi, babası ya da erkek kardeşi mason demek ki.
Kayıtlarına erişebildiğim Karadağ soy isimli masonların isimleri:
Atilla Karadağ, Ahmet Karadağ, Osman Karadağ, Mehmet Onur Karadağ, Şükrü Murat Karadağ (eşi Gözde Karadağ).
Tesviye Dergisinde kendisiyle yapılan bir söyleşiden Mu ve Masonlarla ilgili bölümleri aktarıyorum;
"Neden geometrik şekiller?
Karadağ- Günümüzden 12-1 3 bin yıl önce var olduğuna inanılan ve 7 0 bin yıl varlısını sürdürmüş olduğu öngörülen "Mu Uygarlığı'ndan kalan tüm semboller Tanrının özelliklerini yansıtmak üzere tasarlanmış. Bugüne kadar gelen bulgulardaki sembollerin tamamı geometrik yapı[1]da. Maya, Meksika, Polonezya'daki kalın[1]tılarda daha resimsel özellikler var ancak onlar da yine stilize edilmiş. Ayrıca geometrik yapı, kozmosun belli bir düzen, disiplin içerisindeki oluşumunu da anlatmaktadır, vurgulamaktadır.
Neden Masonik boyut?
Karadağ- Mu Uygarlığını incelerken Masonik öğreti ile örtüştüğünü fark ettim. Aslında tüm öğretilerin çıkış noktası gibi: En saf ve bozulmadan, dejenere olmadan günümüze kadar sürdürebilen, tüm sembolleriyle yaşayan Masonik felsefe. Dolayısıyla sergi de Masonik boyutta oluştu.
Renklerde özel bir seçim yapıyor musunuz ?
Karadağ- Tüm sem boller 2 boyutlu olduğu için renk perspektifi ile 3. boyu tu yakalamaya çalıştım. Ezoterik alt yapı, paletimi kendiliğinden oluşturdu. Algılamayı güçlendirmek ve düşünceyi daha iyi anlatabilmek için tüm renklere ihtiyaç duyuyorum.
(…)
Masonlar görünce ne diyorlar?
Karadağ- Kendi felsefelerinin tuvallerde yansımasını görünce şaşırıyor ve mutlu oluyorlar.
Mason olmayanlardan ne tepki alıyorsunuz?
Karadağ- Benim yıllarca yaptığım araştırmalar Mısır, Sümer ve Mezopotamya uygarlıkları üzerine yoğunlaşmıştır. Ve daha öncesi Mu Uygarlığı olarak karşıma çıkınca, onu da bir sergi konusu haline getirdim. Dolayısıyla bu herkesin araştırdığı takdirde ulaşabileceği, zaten var olan bir öğreti. İnsanlar çok ilgileniyor ve etkileniyorlar. Şu ana kadar bu öğretiyle alakalı Masonlardan, Masonik öğreti olarak yorumlar aldım. Ancak, Mason olmayanlar da hiç yadırgamadılar, tam tersine, bilmedikleri için, bazı şeyleri duymadıkları için, çok üzüldüler. Eksikliğini hissettiler.”
Mason Cihangir Gener, Sergide açılış konuşması yaptığı ve resimler yanına açıklama notları eklediğine göre "Mu uydurması" çevresinde ortak bir pazarlama işbirliği olduğunu söyleyebiliriz.
Konferans Duyurularında


















